Seminerin 1. Bölümüne başlarken, ekonomi ile ekoloji arasındaki ilişkiye gerek dilbilimsel gerekse varlıklar arasındaki alış-verişlerin işleyişi bakımından kısaca değinmiştik. Şimdi yeryüzündeki işleyişleri anlayabilmek için bu ilişkiyi biraz daha derinlemesine incelememiz gerekecek.

Başlangıçta evrenin ve canlıların oluşumuna, sonra da insanın diğer canlılar arasından sıyrılarak, yeryüzünün belirleyicisi konumuna gelmesi ile başlayan gelişmeleri ele almıştık; şimdi ekoloji terminolojisine daha yakından bakabiliriz. Bilimsel olarak ekoloji canlıların birbirleri ve cansız varlıkla olan ilişkilerin bütününü kapsayan bir tanımlamadır. Ekoloji bilimine temel teşkil eden canlı ve cansız varlıkların müştereken oluşturdukları, ekosistem adını verdiğimiz ortamı formüle edecek olursak

Ekosistem = Canlı(biotik) Varlık  +  Cansız(abiotik) Varlık                                          

diyebiliriz, ya da

Ekosistem = (Mikroorganizma+Bitki+Hayvan+İnsan)  +  (Toprak+Hava+Su)       (1E)

Bitkiler güneşten gelen enerjinin yardımı ile havadaki karbondioksiti alır, yaşamları için gereken karbon bileşiklerine dönüştürürler; biosferdeki tüm yaşamı olanaklı kılan ve üçüncü mutlak gerçek olarak nitelemiş olduğumuz fotosentezi daha önce kimyasal olarak şöyle ifade etmiştik:

Işık + 6CO2 + 6H2O = C6H12O6 + 6O2                                                          (2)

Bu formülü söz ile ifade etmek gerekirse,

Güneş + Karbondioksit + Su = Glikoz + Oksijen                                               (3)

diyebiliriz. Demek ki, bitkiler, güneşten ışık olarak gelen enerjiyi, bünyelerindeki klorofil pigmentinin yardımı ile alırlar, bir şeker türü olan glikoza, yani kimyasal enerjiye dönüştürürler, özsu halinde bütün dokularına taşırlar. Bitkiler bir yandan da dokusal yapıları için gereken diğer mineralleri ve topraktaki bakteriler tarafından nitratlara dönüştürülen azotu kökleri ile alırlar. Hücrelere glikoz olarak taşınan enerji, burada selüloza yani maddeye, bitkisel dokuya dönüşür. Bu dönüşümü gene sözle ifade etmek gerekirse,

Toprak (Mineraller) + Azot (Proteinler) + Glikoz = Bitki                                     (4)


denebilir. (3) ve (4) numaralı denklemleri eşitlediğimizde, şaşırtıcı bir gerçekle karşılaşırız:

Bitki = Toprak + Hava(Azot + Karbondioksit – Oksijen) + Su + Güneş                 (5)
                             
Çünkü bu denklem antik çağ düşünürlerinin ortaya atmış oldukları

Canlı(ya da her şey) = Toprak + Hava + Su + Ateş                                           (6)

metafizik denklemin ta kendisidir. Bu formül, tanrının toprağı suyla yoğurup, havada kurutup, ateşte pişirerek insana can vermiş olduğunu söyleyen Kızılderili inancına da bir anda anlam kazandırmış oluyor.

Bu doğrultuda düşünmeye devam ettiğimizde, bizler ve bizden öncekiler, antik çağ düşünürü ile ondan öncekileri algılayamadan mı yargılamış, metafizik kavramlar arasında sıkışmış hayalci filozoflara indirgemekte acele mi etmiştik? Onların inanç ve idealarını, bugünkü bilimsel verilerin ışığında doğru formüllere yerleştirme istekliliğini gösterebildiğimizde, kendi doğamıza yabancılaşarak unutmaya başladığımız, basit ama mutlak gerçeklerle yeniden  karşılaşabileceğimizi gösteriyor.

Ekosistemin temel öğelerini (1E) formülü ile ifade etmiş, ekonomi kavramını ise ekosistemi oluşturan tüm canlı ve cansız varlıklar arasındaki etkileşimler, değişimler, dönüşümler, alışverişler olarak tariflemiştik. Matamatik olarak ifade etmek gerekirse, ekonomi ekosistemin zamana göre türevidir de diyebiliriz, yani:

Ekonomi = dEkosistem/dt =  d (Canlı Varlık)/ dt + d (Cansız Varlık)/ dt                  (2E)

Şimdi bütün bu devinimi sürekli kılanın ne olduğunu sorma zamanı geldi; bizi şaşırtan (5) nolu denklemimize geri dönüp yeniden baktığımızda

Enerji = Güneş = Bitki(ya da canlı) - (Toprak + Hava + Su)(ya da cansız varlık)   (3E)

güneşin canlı ile cansız varlık arasındaki farkı yaratan kaynak olduğunu görürüz.

Ekosistem, Ekonomi ve Enerji; işte bu 3E dünyadaki tüm varoluşu ve değişimi ifade ederler. Bir an için sabah güneşin doğmadığını düşünün, bu durumda

Güneş = 0 = Canlı – Cansız
Canlı = Cansız = Toprak + Hava + Su

olacak, yani tüm varoluşu olanaklı kılan bu jeneratörü kapattığımızda, canlının canı sona erecek, o toprağa, suya, havaya ve elementlerine ayrışacak, akan enerji durağan maddeye geri dönmüş olacaktır.

Burada önerilen düşünce fragmanlarını teorik olarak geliştirilebilir, bütün madde ve enerji transformasyonlarını, yaşamsal element (karbon, azot, hidrojen, oksijen) döngülerini, canlıların üreme ve üretim, tükenme ve tüketim faaliyetlerini, insanın doğaya bilinçli ya da bilinçsiz türlü müdahalesini ve ekosistemin diğer tüm bileşenlerini de göz önünde bulunduracak matematiksel bir model üzerine kurulu bir ‘ekosistem-simulatörü’ oluşturulabilirse, kirlilik vb. herhangi yeni bir girdinin ne gibi çıktılara neden olabileceğini, ekosistemi nasıl etkileyeceğini öngörebilecek, geleceğimize yön veren, gerçekleri algılamakta zorlanan, karar vericileri ikna etme şansımızı o denli zorlamış, elde edilecek somut veriler sayesinde, onlara geçmişte nelerin yanlış yapılmış olduğuna dair kanıtları ortaya koyarak, bilgi ve fikir sahibi olmalarını sağlayabileceğiz. “Evrensel gerçekleri arayanlar onları sayıların uyumunda bulacaklardır.” dermiş Pythagoras.



Yaşamın ve Hareketin Simgesi: Enerji

Enerji sözcüğü, itici, sürükleyici, hareket ettirici güç anlamını taşıyan yunanca “energeia” dan gelmektedir. Yeryüzündeki yaşamsal döngü, güneşten gelen enerjinin atmosfer, fotosentez ve beslenme ağı yolunu takip eden transformasyonlarından başka bir şey değildir. Canlıların yaşamaları, araçların hareket etmeleri için “enerji tüketmeleri” daha doğrusu enerjiyi dönüştürmeleri gerekir. Enerji, yaşamın ve hareketin simgesidir. Enerji aktığı sürece, yani akım varsa can da vardır, canlı vardır. Enerji duruyorsa, dönüşmüyorsa, sadece taş, toprak, hava, su olabilir, ancak can olamaz.

Canlı enerjiyi beslenme yolu ile alır. Bitkiler ve sudaki bazı mikroorganizmalar fotosentez yetenekleri ile güneşten gelen enerjiyi doğrudan besine dönüştüren canlı türleri olarak beslenme ağının ilk halkasını  oluştururlar. Diğer canlılar da, bitkiler veya bitkilerle beslenenlerle beslenerek yaşamlarını sürdürürler. Böylece güneşten gelen enerji, beslenme yolu ile bitkilerden hayvanlara ve insanlara ulaşır; onların yaşamlarının son bulması ile toprağa, suya, havaya döner, oradaki bakteriler ve/veya tek hücrelilerce ayrıştırılan elementler bitkilerin köklerince alınır ve beslenme ağına geri kazandırılır.

Enerjiden Maddeye, Maddeden Enerjiye

Einstein her maddenin enerji, her enerjinin de madde olduğunu göstermiştir. Ancak evrenin neredeyse her köşesinde enerji-madde dönüşümleri süregeliyor olsa da, oralarda bizim anladığımız anlamda bir yaşamdan söz edebilmek şimdilik olanaklı görünmemektedir. İnsanlar ve hayvanlar büyümek ve gelişmek için gereken enerjiyi bitkiler gibi kendileri doğrudan üretemedikleri için, bitkileri ve diğer canlıları yiyerek yaşarlar. Doğal düzenin işleyebilmesi için nasıl bir enerji akımına gereksinim varsa insanın kurduğu yapay düzenin işleyebilmesi ve sürdürülebilmesi de gene enerji dönüşümlerine bağlıdır. Isınma ve yemek pişirme gibi temel ihtiyaçların yanı sıra üretim, ulaşım, yapılaşma ve arzu edilen tüm sosyal hizmetler, enerji var olduğu sürece devam edebilir. Gelecek jenerasyonların da güneşi görmelerini istiyorsak, sadece mantıksal ve vicdani olarak değil, matematiksel olarak da yeryüzünde ekolojik bir zayıflamaya, ya da ekonomik bir şişmanlamaya izin verilmemesi gereği son zamanlarda kendiliğinden ortaya çıkmıştır.

Ateş ile başlayan yükseliş
İnsanın enerji ile tanışması ateşin keşfi ile başlamıştır. Önceleri sadece ısınmak, korunmak ve yemek pişirmek için ateşi kullanan ilkel insan, sonraları topraktan çömlek pişirmeyi, madenleri eriterek alet ve silah yapmayı öğrenecek, başlangıçta enerjinin gücünü farkındasızca kullanmaktayken, farkındalığı geliştikçe yeryüzündeki egemen canlı konumuna yükselecektir.

Odun Çağı
İlk çağlarda insanın ateş yakması için gereken yakıt her yerde bolca bulunabiliyordu. Odun, doğal bitki örtüsünün güneşten gelen enerjiyi fotosentez yeteneği sayesinde karbona dönüştürerek depolamış olduğu, ilk insan yakıtıdır. Bu nedenle enerji tarihinin bu dönemi odun çağı olarak tanımlanır. Odun çağı sanayi devrimine dek sürmüştür.

Kömür
Buhar makinesinin keşfi ile ivme kazanan sanayileşme sürecinde, özellikle fabrika ve maden ocakları etrafında yoğunlaşan toplulukların enerji tüketimi artar. Çevrede odun bulmakta sıkıntı çekmeye başlanınca bu sefer de kömür bulabilmek için yerin altına inmek zorunda kalır insan.


Petrol…..
Artan enerji taleplerini karşılayabilmek için kurulan termik santraller için kömür ile eşzamanlı olarak petrol çağı da başlamıştır. Kömür  de, petrol de, milyonlarca yıl önce yaşamış, toprak veya su altında kalarak fosilleşmiş bitki ya da mikroorganizmalarca gene karbon bileşiklerine dönüştürülmüş güneş enerjisidir.

Kapalı devre mantığı

İnsanın doğaya duyarsız ya da bilinçsiz türlü müdahaleleri sonucu belirsiz gelişmeler ortaya çıkmaktadır. Kapalı devre mantığı ile çalışan doğal döngülerin açık devrelere dönüşmesi ekolojik dengelerin bozulmasına neden olabilmektedir. Milyonlarca yıllık bir süreç sonunda kömüre, petrole, doğalgaza dönüşmüş olan karbonun toprak altından çıkarılarak yapay enerji üretim amacı ile neredeyse tamamının geri dönüşümü olmaksızın atmosfere taşınması son yüzyılın en ciddi sorunu olmaya devam ediyor. Aynı üretim sırasında ortaya çıkan azot oksitlerin ise asit yağmuruna dönüşerek suya geçmesi, bu kez suların asitleşmesine (ötrofikasyona)  neden oluyor. Bu iki olgu da açık devrelerdir.

Oysa tüm doğal döngüler kapalı devre mantığı ile çalışır. Karbon ve azot gibi, oksijen, hidrojen ve su döngüleri, madde ve enerji transformasyonları, beslenme zinciri, gündüz-gece döngüsü ve mevsimler doğal yasa gereği kapalı devreler şeklinde programlıdır. Döngünün akarı, belirli bir yörüngede seyreden bir gezegen misali belirli  bir süre sonra aynı yere geri dönmekte, bu süreç böylece devam edip gitmektedir. Gezegenimiz bir gün aklına esip, yörüngesinden ayrılarak gelişi güzel bir yönde uzayın derinliklerine dalacak olsaydı, varoluşun başındaki kaosa hızla geri dönmüş olurduk.

Doğal Kaynaklar Tükeniyor

Bugünkü uygarlık düzeyini mümkün kılan enerjinin  temin edildiği kaynakların tükenmekte ve dünya ekosistemini tehdit eden boyutlara varan kirliliklere neden olması enerjinin geleceği ile ilgili kaygılar doğurmakta, insanlığı yeni enerji kaynakları aramaya, geleceğe dönük yeni bir enerji etiği, yeni enerji stratejileri, yeni bir enerji politikası ve yeni enerji teknolojileri geliştirmeye zorlamaktadır. Gelecek 100 yıl içinde neredeyse yakacak hiçbir fosil kaynak kalmayıp bütün karbon  da atmosfere çıkmış olduğunda yeni teknoloji arayışları için geç kalınmış olunacaktır. Sorunun alternatif çözümü olarak yenilenebilir yakıtlar ve enerji kaynakları, bilimsel ve teknik altyapıları ile hazırda beklemektedir. Şimdi bu alternative çözümlere sırasıyla bir göz atalım:

Alternatif teknik çözümlerin anlatılması
 “Akıllı hayvan” varolan ekolojik çeşitliliğin ve yaratılan kültür ve uygarlık düzeyinin bilinçli olarak yok edilmesini planlamıyorsa ve göz göre göre yaklaşmakta olan bir felaketten bir çıkış yolu arıyorsa, karşımızda sadece iki seçenek var.

-Ya karbonun toprağa, azotun da atmosfere geri dönüşünü sağlayacak teknolojileri geliştirerek açık devrelerin kapanmasını temin etmek,
-Ya da sonucu belirsiz yapay enerji üretimi tekniklerinden vazgeçerek, diğer bazı canlılar gibi sadece güneşten gelen enerjiyi kullanan teknolojileri acilen devreye sokmak. Politik yaptırımcılar ve ekonomik yatırımcılar ekolojik rönesansa ikna edilemezse, insanlık bu yüzyılı, kendi yarattığı musibetlerin gölgesinde kendine gelme süreci içinde geçirecek.